Birtakım şeyler yeterince kafanızı karıştırmıyorsa işte burada aklın sınırlarında gezinmek için mükemmel bir soru işareti sunmak istiyorum. Septisizm hiçbir konuda bu kadar rahatsız edici bir rol oynayamazdı sanırım. Evrene dair her sorgu, delilik ve dahiliğin yinyangından bir izdüşümken bu zıtlığın birleştiği ince çizgide yolu kaybettirmeden şu konudan bahsetmek istiyorum: Her şey bir simülasyon olabilir mi? Tüm bu gördüklerimiz, yaşadıklarımız 1 ve 0'ın örtülü, giydirilmiş hali olabilir mi? Eğer akıl sağlığınız şüphe konusunda sağlam bir eşik değerine sahipse birlikte şu ihtimali düşünelim derim: Atomlardan değil de 1 ve 0'lardan oluşmuş olabilir miyiz? (Gülmeyelim lütfen :) bu gayet ciddi bir soru)
Küçük bir not belirtmek istiyorum. Yazılarımı yazarken sizi, anlaması güç bilgi yağmuruna tutmaktan kaçınmakla birlikte teorik bilgileri yalın bir dille aktarmak asıl amacım. Ancak bu yazıda bilgi paylaşmaktan ziyade daha çok sorular üzerinden ilerleyeceğim. Bilirsiniz ki felsefede esas olan cevaplar değil doğru soruyu sormaktır. Sorulara “bulamayacağınız” cevaplar zaten bizim en büyük bilgi kaynağımız olacak :)
Giriş kısmını okuduysanız ve Matrix’i izlediyseniz filmdeki sahneler direkt olarak akıp gitmiştir gözünüzün önünden. Zira simülasyon denildiğinde damağımızda bıraktığı o müthiş tat ile kendisini hemen hatırlatan bu mükemmel başyapıt, konuya giriş yapmak için harika bir araç diye düşünüyorum. Filmde kahramanımız olan Neo’ya akıl hocalığı yapan Morpheus adlı karakterimizin şu sözü ile yazının asıl kısmına tam anlamıyla geçebiliriz.
“Gerçek nedir? Onu nasıl tanımlarsın? Eğer dokunduğumuz, tattığımız, kokladığımız şeyler gerçek ise tüm bunlar beynimiz tarafından yorumlanan elektrik sinyallerinden ibarettir.”
Duyularımız
Dokunmak, tatmak, koklamak… Bunların hepsi belirli duyu organlarımızın gerçekleştirdiği işlevler. Duyu organlarımızdaki reseptörler (alıcı) dış dünyadaki tepkileri algılamamızı sağlar. Algılanan bu uyarılar beynin ilgili duyu merkezine iletilir ve bir tepki üretmemize sebep olur. Şimdi şunu düşünün bulunduğunuz mekanda varlığını hissettiğiniz her şey duyu organlarınızın takım çalışması değil mi? O halde bizim gerçeklik olarak bahsettiğimiz şey duyu organlarımız ile aldığımız uyarıların beynimizde yorumlanmasından ibaret… Yani tüm bu gördükleriniz salt gerçeklikte daha farklı bir şey olabilir sonuçta tüm bunlar beyninizin “yorumu” ve işin ürkütücü boyutuna gelirsek bu salt gerçekliğin nasıl olduğunu kim bilebilir? Cevap hiç kimse. Çünkü herkes beyninin yorumladığı gerçeklikte yaşıyor. Saçma geldiyse bu cümlelerin nesnel tıbbi bilgilerle çelişmediğini belirtmek isterim. Zaten akışına bıraktığımız bu hayatta, anı durdurup olan bitene dair kendi içimizde “farkındalık”lar yaratabilirsek yaşadığımız bu evrenin ucuz insan zihnindekinden çok daha karmaşık, gizemli aynı zamanda da büyüleyici olduğunu anlayabiliriz.
Teknoloji
İşin içinde birisi olarak teknoloji ile ilgili aklımın alamadığı, üzerinde düşünme konusunda dahi zorlandığım öyle gelişmeler yaşanıyor ki… Öyle kodlar, öyle ürünler, öyle fikirler ile karşılaşıyor ki insan, gelişmelerin kazandığı ivmeyi de katarak bu karşılaşmaları yorumladığımızda yakın gelecek adına hiçbir şey uçuk gelmemeye başlıyor. İnsanoğlunun zayıflıklarını ister istemez hepimiz içimizde taşıyoruz. Ancak tavsiyem odur ki her şeyi bildiğiniz yalanına inanmaktan vazgeçin ve ukalalıklarınızı bir kenara bırakıp bu dünyada bilmediğiniz tonlarca şey olduğu gerçeğiyle yüzleşin. (Belki de yersiz bir çıkış olan son cümleme, gözlemlediğim bazı insanlara istinaden şunları da eklemek istiyorum. Teknolojik gelişmeleri çılgınca takip ediyor olabilirsiniz bu harika bir şey. Lakin işin o kadar ehli varken teknoloji ile ilgili bir profesyonel edasıyla davranmak oldukça yersiz ve hayır efendim teknolojinin tanrısı kesinlikle siz değilsiniz.) Bildiklerimizin, buz dağının görünen kısmı olduğunu anladığımızda gelecekte yaşanabilecek gelişmelerin ütopik gelmemesi oldukça doğal…
Günümüzde kendi kendine öğrenmeye devam eden yapay zeka teknolojilerini, bir karadeliği fotoğraflamayı başarabilmemizi sağlayan bilgisayar teknolojilerini düşünün. Durumu biraz daha kişisel deneyimlerimize odaklayalım. Bilgisayarlar, genç nesil olarak “çoğumuzun” hayatına 2000'li yıllarda girmiştir. İlk masaüstü bilgisayarınızı hatırlayın. O günlerde, bundan 10 yıl sonra dokunmatik bir cihazı cebinizde taşıyabileceğinizden bahsedip günümüz telefonlarında yapabildiklerimizi anlatsalar çok da inandırıcı gelmezdi değil mi? Oysa çok değil 10 yıl içinde teknolojide yaşanan şu devasa gelişmelere bir bakın. Bu teknoloji ile bir masayı, insanı, hayvanı, eşyaları modellemek hazır bir program ile çok basit bir iştir. Bu basit işin ileri boyutu da var simülasyon teknolojisi…Simülasyon teknolojisi ile modellenmiş nesnelerin de ötesinde, aslında var olmayan bir dünya yaratabiliyoruz. Böylece sahte gerçeklikleri inşa edebiliyoruz. Yakın gelecekte, bu teknoloji sayesinde yaşadığımız evin, sokağın, mahallenin, şehrin simülasyonunu yaratabiliriz. Günümüzde aslında zaten bunlar yapılabilir sadece çok daha güçlü bilgisayarlara ihtiyacımız var ve şu an geliştirilen kuantum bilgisayarlar bu iş için biçilmiş kaftan. Şimdi tümevarımla sizi şöyle bir noktaya çekmek istiyorum. Günümüzde küçük sanal dünyalar yaratabiliyoruz peki ya dünya, evren bunun simülasyonunu yapamaz mıyız? Teknolojiye dair gelişme raporlarını ele aldığımızda bu kesinlikle imkansız değil. Hatta evren kadar uç bir duruma gerek yok. Hepimizin kendi küçük dünyaları simülasyondan ibaret olsa zaten yapay bir dünyaya ait haldeyiz demektir. İşte bir soru daha madem dünya simüle edilebilir bunun daha önceden yapılmadığını ve bizim bir simülasyonda yaşamadığımızı bizlere kanıtlayacak olan nedir? Aklınızın sınırlarında gezineceğinizden bahsetmiştim, tökezlememenizi diliyorum.
Kuantum bilgisayar kavramından bahsetmiştim. Simülasyon kuşkusunu besleyen en önemli ögelerdir aslında kuantum bilgisayarlar. Klasik bilgisayarlarla şöyle küçük bir karşılaştırma yaptığımızda ne kadar güçlü ve hızlı olduklarını çok daha iyi anlayacaksınız.
Bilgisayarların yapıtaşları 1 ve 0'lardır. Gördüğünüz her şeyin temeli 1 ve 0 değeri alan bitlerdir. Klasik bilgisayarlarda bir bit sadece 1 ya da 0 değerini alabilir. Birçok 1 ve 0'ın bir araya gelmesi ile günümüz teknolojisinde şu an çok fazla şey yapabiliyoruz. 1 ve 0 olarak bahsettiğimiz yapı ise aslında sırasıyla 5 ve 0 volttur. Bilgisayarlarda bulunan transistörler, elektriğin gidip gitmemesi olayını kontrol eder. (Transistörler, mantık kapılarını; mantık kapıları, belirli işlem modüllerini oluşturur.) Yani transistörü veri yolunun bekçisi olarak düşünebiliriz. Ve bu bekçi dilediğinde kapıyı açar dilediğinde ise kapatır. Kapının kapalı olması 0'ı; kapının açık olması yani elektronların bir yerden bir yere hareket edebilmesi olayı ise 1'dir. (Volt zaten serbest elektronların hareketidir ve elektronların hareketindeki 5V 1'i temsil eder.) Günümüzdeki tüm dahice ve büyüleyici fikirler 1 ve 0'ın üzerinden inşa edilmekte. Ancak maalesef klasik bilgisayarlarda işlem karmaşıklığı arttıkça sonuca ulaşmak daha fazla zaman almakta. Ayrıca bazı işlemler için çok daha yüksek işlem gücüne sahip bilgisayarlara ihtiyaç duyulmakta. İşte bu sebeple günümüzde kuantum bilgisayarlar geliştirilmektedir.
Kuantum bilgisayarlarda bitler yerini “kübit”lere bırakır. Kübitler, bitlerden farklı olarak aynı anda hem 1 hem 0 değerini alabilir. Kübitler, kuantum ilkelerine uyan 2 durumlu sistemlerden oluşabilir. Örneğin bir elektron… Elektron’un yukarı ve aşağı spinli olması durumu ile 1 ve 0 değerleri temsil edilebilir. Ancak elektronlar hem aşağı hem yukarı spinli olabilir böylece 1 ve 0 değerlerini aynı anda alabilirler. Ya da bir fotonu (ışık parçacığı) düşünelim. Kuantum ilkelerine uygun 2 durumlu sistem kübit olarak seçilebilir demiştik. Fotonlar yatay veya düşey kutuplanabilmektedirler. Böylece bu 2 durumdan biri 1'i diğeri 0'ı temsil edebilir. Ancak kuantum mekaniğinde tüm olasılıkların aynı anda olması durumu mevcuttur. Buna süperpozisyon denir ve süperpozisyon halindeki öge alabileceği tüm durumları aynı anda içerir. Dolayısıyla bir foton aynı anda hem yatay hem düşey olabilir yani hem 1 hem 0 değerini taşıyabilir.
Şimdi 3 adet bit düşünelim. Klasik bilgisayarda bitler 1 ve 0 değerini alabileceğinden anlık olarak 2³ yani 8 adet durumdan bir tanesi ile herhangi bir işlem gerçekleştirebiliriz. Oysa kuantum bilgisayarda 3 adet kübit elimizde bulunduğunda aynı anda hem 1 hem 0 olabileceğinden bu 8 adet duruma aynı anda sahibiz demektir. Yani 8 adetten birini seçmemize gerek kalmaz zaten 8 adet durum elimizde süperpozisyon sebebiyle bulunabilir. Bu demektir ki bir problemi çözerken aynı anda paralel olarak birçok çözüm yolu denenebilmektedir. Şunu düşünelim milyarlarca çözüm yolu içerisinde optimal çözüme erişmek istediğimiz bir problem var önümüzde. Klasik bilgisayarlar ile çözüm sağlanırken milyarlarca çözüm yolu tek tek denenir. Tüm çözüm yolları denendikten sonra optimal olan hesaplanabilir. Oysa kuantum bilgisayarlarda bu milyarlarca çözüm zaten elimizde aynı anda bulunabileceğinden paralel olarak aynı zaman dilimi içerisinde işlenebilirler böylece çözüme kavuşurken harcadığımız zamanda çok büyük bir kısalma meydana gelmektedir.
Öyle ki okuduğum bir yazıda, Google ve NASA’nın iddiasına göre kuantum bilgisayarın 1 saniyede gerçekleştirdiği çözüm, klasik bir bilgisayar (tek çekirdekli) ile gerçekleştirilmek istendiğinde bu işlem 10.000 yıl sürebilir.
Çok kısa da olsa yaptığımız bu karşılaştırmada kuantum bilgisayarların hızı ve işlem gücü hakkında bir fikir edinmişsinizdir.
Biraz daha araştırdığınızda kuantum bilgisayarların evren simülasyonu oluşturmada, olmayan dünyaların simüle edilip anlaşılmasında, yaşanabilecek sanal dünyalar gerçeklemede oldukça elverişli olduğunu görebilirsiniz.
Varsayımlar, Hipotezler…
İçinize birtakım kuşku tohumları ekebildiysem ya da en azından durup bir “acaba” dediyseniz yazı zaten amacına ulaşmış demektir. Sonlara doğru yaklaştığımızı belirtip konuya ilişkin bazı argümanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu konuda bir şeyler söylemiş çoğu hipotezcinin ortak vurgu noktası video oyunları. Video oyunlarının günümüzdeki gelişimini göz önünde bulundurduğumuzda ve bunların sanal gerçeklik ile buluştuğunu düşündüğümüzde bir sanal gerçekliğin ortasında öylece koşuşturmadığımızı nasıl anlayabiliriz?
Bir hipoteze göre çok oyunculu online bir rol oyununda her biri farklı karaktere sahip oyunculardan ibaretiz. Üstelik hipotez sahibi bu sanal gerçekliğin asıl gerçeklik ile ayırt edilemeyecek kadar müthiş olduğundan bahsetmekte. Bu hipotezin sahibi MIT’de bilgisayar bilimleri alanında eğitim almış ve şu anda da oyun geliştiriciliği üzerine çalışmakta. Ayrıca kendisi tanrı yapay zeka olabilir mi diye de sorgulamış olacak ki bu konu ile ilgili bir yazıya sahip.
Oxford Üniversitesinden Nick Bostrom’un makalesinde de durum en az yukarıdaki hipotez kadar fantastik. Fütürizm ile ilgilenen teknoloji uzmanları, gelecekte çok güçlü hesaplama gücüne sahip olacağımızdan bahsetmekteler. Bu güce sahip olduğumuzu varsayarsak sonraki jenerasyonlar kendilerinden öncekileri yani atalarını simüle edebilirler. Çünkü bilgisayarlar, denildiği gibi birçok mükemmel simülasyon yaratmak için uygun güçte olacak. Simüle edilmiş insanlar, eğer yeterince iyi detaylandırılmış bir simülasyondalarsa, bilince sahip olduklarına inandırılabilirler. Öyleyse bizler de gelecekteki mükemmel teknolojiye sahip nesiller tarafından simüle edilmiş atalar olamaz mıyız?
Son Bir Bakış
Yazının sonuna gelmiş bulunmakla birlikte karşılaştığınız tüm soruları şöyle bir toparlayıp son kez zihninizle kavuşturmak istiyorum.
- Her şey bir simülasyon olabilir mi?
- Gerçek nedir? Onu nasıl tanımlarsın? Eğer dokunduğumuz, tattığımız, kokladığımız şeyler gerçek ise tüm bunlar beynimiz tarafından yorumlanan elektrik sinyallerinden ibarettir.
- Bulunduğunuz mekanda varlığını hissettiğiniz her şey duyu organlarınızın takım çalışması değil mi?
- Tüm bu gördükleriniz salt gerçeklikte daha farklı bir şey olabilir sonuçta tüm bunlar beyninizin “yorumu” ve bu salt gerçekliğin nasıl olduğunu kim bilebilir?
- Madem dünya simüle edilebilir bunun daha önceden yapılmadığını ve bizim bir simülasyonda yaşamadığımızı bizlere kanıtlayacak olan nedir?
- Bir sanal gerçekliğin ortasında öylece koşuşturmadığımızı nasıl anlayabiliriz?
- Bizler gelecekteki mükemmel teknolojiye sahip nesiller tarafından simüle edilmiş atalar olamaz mıyız?
İşin rahatsız edici tarafı insanlık olarak tüm bu sorulara verebilecek net bir yanıtımızın olmaması…
Bilgisayar alanına yönelik “İngilizce” içerik yazma hedefiyle başladığım bu blogda bir felsefi içeriğin böylece sonuna geldik :)